Yalın Düşünce, Yalın Yönetim gibi isimlerle Batı dünyasından kopyalamaya çalıştığımız teknikler bizi sürekli olarak israfı azaltma ve verimliliği artırma hedefi peşinden koşturuyor.
“Ne yapmamız gerektiğini” söyleyen bu teknikleri, bize işimiz olarak sunulduğu için sorgulamadan kabul ediyoruz. Sonuçlardaki iyileşmeyi gördükçe inanmaya da başlıyoruz. Bir kere inanınca, davranışlarımız inançlarımıza uyuyor ve alışkanlık haline geliyor. Bu hoş zihinsel rahatlık hali içinde hayat böyle akıp gidiyor. Pekiyi, sonuçlardaki iyileşmenin, organizasyonunuzda sağlanabilecek en iyi performans olduğuna inanıyor musunuz? Bu performansın kalıcı olduğuna ve rakipleriniz şu anda ne yapıyor olursa olsun sizi koruyacağını düşünüyor musunuz? İşyerindeki tüm arkadaşlarınız, üstleriniz ve astlarınız buna inanıyor mu? Herkesin içine siniyor mu?
Sinmiyorsa, ilgili inançların sağlamlığı ile ilgili bir problem vardır. Zira aklımızın sorgulamadığı, yani düşünerek sindirmediği hiçbir fikir güçlü bir inanç haline gelemez. Güçlü inançlar paylaşıldığında, davranışlar üzerinde güçlü etkiler yapar. Kültürün içine sinmeyen davranışlar ne kadar etkili olabilir? Yalın teknikler Toyota’dan batı dünyasına tercüme edilirken, performansın kültür boyutu ihmal edilmiştir.
İşletmelerde performansın artırılması için stratejiler, sistemler ve eğitimler hep çalışanların fikirleri birleştirmeyi amaçlar. Bu zordur, çünkü fikirlerin altında yatan arzular, inançlar ve değerler farklıdır. Oysa hepimizde aynı olan bir değer vardır. Yaşamın karmaşasında bu ortaklığı göremeden ilerleriz ve hepimiz ayrı ayrı bu değeri korumaya ve artırmaya çalışırız.
Bu kitapta, içinde uzun yıllar boyu yaşadığım Toyota Üretim Sistemi’nin temelinde yer alan Saygı ilkesinin, çalışanların bu ortak özelliğini kültürde birleştirerek hem çalışanı hem de işletmeyi nasıl yücelttiğini göstermeyi amaçladım. Saygı ilkesinin, bir davranış kılavuzu olarak alındığında, mekanik tekniklere nasıl ruh verdiğini ve iş yaşamına anlamlı bir değer katarak insan potansiyelini nasıl ortaya çıkardığını, Toyota tecrübemden örneklerle ve uygulanabilir bir model üzerinden anlatmaya çalıştım.
Bazı insanlar kısa yaşamlarını kendilerine tesadüfen verilen bir hediye veya ceza olarak görür. Yaşarken bizi pek çok yönden etkileyen kültür ise tesadüfen bulduğumuz bir şey değildir. Her insan, kısa ömründe, farkında olsa da olmasa da kültüre bir etkide bulunur. Kültür bizden çok daha uzun yaşar ve gelecek nesilleri etkiler. Bunun farkında olan insanlar, kendi ailelerinden başlayarak eğitim ve iş yaşamlarında, kendilerini çevreleyen kültürü şekillendirip, büyük izler bırakabilirler. Bunu sadece onlar yapabilir.
Hepimizin bir yaşam felsefesi vardır. Üretim felsefemiz neden olmasın?
Levent Türk